Tanzimatla birlikte Türk edebiyati, Tanpinarin da ifade ettigi gibi mutlaki kaybetmekten dogan bir buhrana düser. Dogrularindan kuskuya düsen yeni insan tipi artik yüzünü realiteye gercekligin coklu görünümlerine cevirir. Böylece mutlakci gelenegin sarsilmasi etrafinda bir medeniyet krizi bas gösterir. Ancak sarsilan yekpare gelenegin yerine farkli dünya görüslerine ve düsünüs bicimlerine göre yeni mutlaklar olusur. Bu durum, direncli yapisiyla zihniyetin kendini farkli tonlarda aciga cikarmasidir. Öyle ki sanatkarlarin bircogu, yeni seyler ürettikleri kanisina kapilsalar da esasinda onlarin gecmisi bir sekilde devam ettirdikleri gözden kacmaz. Bu hususun göz ardi edilmesi gelenege karsi cikanlarin yeni seyler söyledikleri ya da gelenekten tümüyle disarida konustuklari zannina kapi aralar. Söz gelimi milliyetci bir siirin dili ile toplumcu Marksist ya da Islamci bir siirin dili, mutlakci dilde birlesebilir. Kitap, hakikati temsil iddiasiyla yola cikan cok sayida farkli ideolojik ve edeb tercihin esasinda ne derece ayni dil ve bakis acisiyla konustuklarini acik etme yolunda bir söylem analizine yönelmeyi umuyor.