Proust, anlatima olan tutkumu öyle atesliyor ki ifade etmekte güclük cekiyorum. Ah Öyle yazabilseydim Gözyaslarina bogulurdum herhalde Hayrete düsüren o titresimi, doygunlugu ve yogunlugu sagladigi o anlarda -adeta cezbedici bir sey var- öyle ki icimde, ben böyle yazabilirim hissini doguruyor, sonra kalemi elime aliyorum ve öyle yazamiyorum. Neredeyse kimse icimdeki dil sinirlerini böylesine uyaramamistir resmen bir saplanti haline geliyor. Fakat Swanna geri dönmeliyim.
En büyük serüvenim gercekten de Proust. Yani -ondan sonra geriye yazacak ne kaliyor ki Daha sadece ilk ciltteyim ve zannediyorum daha bulunacak cok kusur var ama ben hayret icindeyim; sanki gözlerimin önünde bir mucize gerceklesiyormus gibi. Sonunda, nasil da sürekli kacirdigimiz o ani yakalamayi basarmisti biri -ve onu bu müthis ve sahane kalici maddeye dönüstürmüstü Tutkum nesnelesiyor -günesin, sarabin, üzümün, kusursuz dinginligin ve yogun zindeligin birlesimi gibi adeta.
Jacques Raverat... Bana Mrs. Dalloway hakkinda öyle bir mektup gönderdi ki hayatimin en mutlu anlarini günlerini yasadim. Merak ediyorum, acaba bu sefer bir sey basarabildim mi Yani, simdilerde bir bütün halinde yasadigim Prousta kiyasla hicbir sey basaramadim herhalde. Proustu özel kilan onun azami duyarlilikla, azami kararliligi harmanlayisindan doguyor. Kelebegin gölgesini son ana kadar aramaktan vazgecmiyor. Bir enstrüman teli kadar saglam ve kozasindan yeni cikmakta olan bir kelebek kadar ani. Ve saniyorum beni hem derinden etkileyecek hem de her cümlemde kivama gelmeye calisacak.
Marcel Proustun, Kayip Zamanin Izinde adli otobiyografik ögeler iceren yedi ciltlik romani, yirminci yüzyilda modern romanin ve belki de bütün caglarin en büyük edebiyat eserlerinden biridir.
Proust, bilinc akisi teknigiyle yazdigi uzun, zorlayici cümleleriyle, dile ait bütün oyunlari, sonu gelmez betimlemeleri, akil almaz hassasiyetleriyle, en sade, ucucu bir anin dahi pesine düsüp zamanin ve inceliklerin icinde bir yolculuga cikarir okuru.
Tüm hikaye, yumusasin diye icine bir parca kek attigi caydan bir kasik alip agzina götürmesiyle baslar ve kendisinin deyisiyle, bütün sehir, M. Swannin bahcesindeki tüm cicekler, Vivonne Nehrinin nilüferleri, köyün iyi yürekli sakinleri, onlarin kücük evleri, kilise, bütün Combray, fincanindan tasar...
Ne var ki uzak gecmisten geriye hicbir sey kalmadiginda insanlar öldükten, nesneler yok olduktan sonra, sadece, daha kirilgan ama daha uzun ömürlü, daha manevi, daha sürekli, daha sadik olan koku ve tat; cok daha uzun bir süre, ruhlar gibi diger her seyin enkazi altinda hatirlanmaya, beklemeye, ummaya, neredeyse elle tutulamayan damlaciklarinin üstünde egilip bükülmeden hatiranin devasa yapisini tasimaya devam ederler.